HOMEOSTASİS

Sürekli olumsuz duygular deneyimleyen kişilerin %19 daha fazla kalp hastalığına, %70 gibi korkutucu bir oranda daha fazla kanser hastalığına yakalanma olasılığı var. İnsan vücudunun bir dengesi var. Bu dengenin bilimsel adı

“Homeostasis”.

Vücudumuzda fiziksel ve psikolojik dengeler iç içe geçmiş durumda.

Biri bozulduğunda diğeri devreye girip dengeyi sağlamaya çalışıyor. Bu Örneklerle başlıyorum detay paylaşmaya:

Bebeği olan bir aile düşünün . Anne baba ve bebek. Anne veya babada

bir iç dünya sorgulaması varsa ve tam da bebeğin doğumuyla hayatları

ile ilgili kararlar alma aşamalarındaysalar neler oluyor? Bu kararlar iş

değişikliği , kendi anne babalarına karşı sorumluluklarını netleştirmeye

yönelik kararlar, ev alma veya başka bir maddi yatırıma girme kararı,

hayatta mutlu olup olmadıklarına ve eş olarak bu ilişkideki rollerinin ne

olduğuna yönelik düşünmeye ve netleşmeye yönelik kararlar olabilir.

Bebeğin sorumlulukları, gerçekten ona iyi bir anne veya iyi bir baba

olabilecek miyim endişeleri de işin içine girmiş, düşünün. Bir çoklarına

çok tanıdık gelebilir bu durum. Neler olabiliyor bir bakalım. Bebek de

huzursuzluklar başlıyor, gaz sancıları , uyku bozuklukları, ağlama

krizleri, karnı tok gazı yok ama susmuyor şeklinde tablolar… Bir

bebeğin ve çoçuğun en büyük hedefi kendisinin hayatta kalabilecek

olup olamayacağına yönelik ciddi bir inanma ihtiyacıdır. Maslow’un

ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temel ihtiyaçlar. Barınma , beslenme ve

neslini devam ettirme ihtiyaçları.

 

Anne ve babanın hisleri , özellikle de anneninkiler bebek daha bir

embriyonken hatta daha da önce bebeğe geçmeye başlıyor.

Dolayısıyla bebeklerden de çocuklardan da hiç bir duygumuzu

gizleyebilme şansımız yok. Aksine gizleme ve ona yansıtmama

çabasına girdikçe bebek veya çocuk daha yoğun bir kaygı içine giriyor.

“Annem iyi değil veya babam değil. Kendilerini düşünmesinler ki

düşündüklerinde ben başıboş ve bakımsız kalabilirim. Hatta annem ve

babam anlaşamazsa ayrılabilirler. Ama bana nasıl bakacaklar o zaman.

Ben sorun çıkarırsam o zaman kendileriyle değil benimle uğraşmak

zorunda kalırlar. Sorun çıkarmalıyım o zaman. Ağla, gazın olsun, bir

alerji patlat, …”

 

Bunların hiç biri bilinçli olmuyor tabii. Bu nokta önemli. Bebek veya

çocuk bunu bilinçaltı mekanızmaları sayesinde yapıyor. Dolayısıyla,

fiziksel bir semptom gösteriyor ama tamamen duygusal bir nedenle.

Bu fiziksel sorunlar gerçektir ve doktorlar bunları rahatlıkla tedavi

edebilir. Ancak asıl önemli olan semptomları ortadan kaldırmanın yanı

sıra iç dünya ile ilgilenmek ve orayı çözmektir. Dolayısıyla anne

babayla da ilgilenmek gerekir. Onları da ayıltmak ve farkındalık

yaratarak aksiyon almalarını sağlamak.

Yaş büyüdükte gece korkuları, arkadaş ilişkilerinde sorunlar, alt

ıslatmalar, öfke kontrolsüzlükleri , öğrenmeye yönelik sorunlar,

akademik dünya ile baş edememe…vs..

Ergenlik ise bambaşka önemli bir dönemdir. Kişiliğini bulma çabası, ben neyim , ben kimim, bu dünyada neden varım, amacım ne , gelecek de ne yapmalıyım, anneme mi benzeyeceğim babama mı, benim duygularım varmış, aaaaa arkadaşlar çok daha keyifli , onlarla daha iyiyim…”

Bu sırada ise anne de ve baba da genellikle 40 lı yaşlarına ya

geliyorlardır ya da geçmişlerdir. Onlarda da önemli bir dönem

başlamıştır . ” Hayatım nasıl geçti, ne yapıyorum ben, işim gerçekten

istediğim iş mi, eşim gerçekten istediğim eş mi, annem ve babam

yaşlanıyor, onlarla da ilgilenmem gerekecek, oğlum kızım büyüyor,

yakında yuvadan da uçacak…” Tüm bu durumu hayal etmeye çalışın

veya zaten yaşamışsınızdır veya yaşıyorsunuzdur. O zaman ne oluyor

çatışma dönemi başlıyor. Ergen çatışır, onun görevi bu zaten .

Çatışacak ki bir kimlik oluştursun ve benliğini oluşturabilsin. Anne ve

baba eğer onun bu çatışmalarını kendi üstlerine fazlaca alınır ve oğlum

kızım elden gidiyor gibi bir boyuta takılır kalırsa o zaman çatışmalar

daha da ağırlaşır veya ergenin yapısına göre hiç çatışmadan ergen

öfkesini içinde büyütür. Tam bu noktada sıkıntılar başlayabilir. Okul,

arkadaş problemleri veya fizyolojik sıkıntılar. Endişe veya kaygılar o

derece baş edilmesi gü. olabilir ki psikosomatik rahatsızlıklar

başlayabilir. Bu rahatsızlıklar doğaldır ve fiziksel tedaviler gerektirebilir.

 

Ama yine bebek de olduğu gibi, sadece semptoma müdahale yetersiz

kalır. Doktorlar gerekli tedavileri yapar ancak iç dünya da es geçilmemeli

mutlaka destek alınmalıdır. Ve yine anne babayla ilgilenmek gerekir.

Onları aydınlatmak ve farkındalık yaratarak, aksiyon almalarını

sağlamak. Her birimizin yaşamına örnek teşkil edebilecek bu tip

durumlar için birçok yerde olumlu duygu hali içerisinde olmak, genel

pozitivist yaklaşıma tutunmak önerilerinin verildiğini biliyorum. Bir

psikolog olarak söylemeliyim ki, bu çaba külliyen yanlış!

Olumsuz bir duygu hissederken , iyiyim , harikayım , hayat ne de süper

vb. olumlama cümlelerini sadece tekrarlayarak bu duygulardan

kurtulmuş olmuyoruz. canımız acırken acımadı kii acımadı kii diyerek

geçiştirme yaşlarımızı sanırım geçtik. Dolayısıyla bombardıman halinde

maruz kaldığımız pozitivist hatta dozu aşmış Polyanna’cı yaklaşım

sadece havalandırılmaya ihtiyacı olan bitki toprağını devamlı sulayıp

sonunda .ürütmek gibi. Bu yüzden külliyen yanlış !

İhtiyacımız olan en temel şey duygularımızı olumlu veya olumsuz

hissetmeye izin vermek. sonrasında ise duygu yönetimi stratejilerimizi

sisteme sokmak. Bu yüzden duygu yönetimi diyorum , bastırma

değil. Bastırmadığımızda zaten bu olumsuz duygular uygun şekillerde

ifade bulduğunda! artık taşımamız gereken yükler olmaktan uzak ,

bizim sigortalarımız oluyorlar.

 

İşte tam da bu nedenle, duygularımız yaşamımızı tatmin, anlamlı ve

başarılı kılacak sigortalarımızdır! 

 

Reyhan Bozkurt – Psikolog, Genos Duygusal Zeka Danışmanı

Posted in Duygusal Zeka.

0 Yorumunuz
Inline Feedbacks
Tüm Yorumları Göster