Brianna Wiest
Zihinsel bağışıklık, duygusal hacıyatmazlığın temelidir.
Soğuk algınlığı veya grip
hastalığının halihazırda hasta
olan birinin sağlığını bozabilmesi
gibi, küçük bir aksilik ya da
rahatsız edici bir düşünce,
“zihinsel olarak bağışık” olmayan birine aynı şeyi yapabilir.
Zihinsel bağışıklık, aklımızı sadece korkutucu düşünceler veya dışsal
zorluklar beklemekten uzak tuttuğumuzda değil, bu sorunlar ortaya çıktıklarında onlara tahammül etmek üzere şartlandırdığımızda olan
şeydir. Bu, kişinin yaşamdaki amacını, acıdan kaçınmaktan, anlam inşa
etmeye, acıyı yolculuğun bir parçası olarak kabul etmeye kaydırmaktır.
Zihinsel bağışıklık, olumsuz düşüncelere direnebilme ya da inkar
edebilme değil, harekete geçmeden ya da otomatik olarak gerçekliği
temsil ettiklerine inanmadan bunları gözlemleyebilmektir.
Zihinsel bağışıklığa sahip olduğumuzda, düşüncelerimize ve
duygularımıza üçüncü taraf bir gözlemci olabiliriz. Neye ihtiyacımız
olduğunu, neyi istemediğimizi ve neyin bizim için gerçekten önemli
olduğunu belirleyebiliriz. Yeniden entegrasyon süreci – ya da
dirençsizlik – aracılığıyla bizi korkuttan düşüncelere daha fazla tolerans
gösterebiliriz. Onlara ne kadar az tepki gösterirsek, o kadar
öğrenebiliriz. Sıklıkla, sahip olduğumuz yinelenen düşüncelerle veya
ortaya çıkmaya devam eden duygularla, iyileşmemiş bir kök ilişkisi
vardır. Bu rahatsız edici hisleri işleyebilmek sadece tekil sorunların
üstesinden gelmemize yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda
hayatlarımızı da başka şekillerde ilerletecektir.
Öyleyse, zihinsel bağışıklığın iyi olduğunu biliyoruz, ama çektiğimiz
acının içinde iken, onu nasıl inşa etmeye başlayabiliriz?
Mükemmellik değil, bir ilerleme tutumu benimseyin.
Davranışlarınızda veya başa çıkma mekanizmalarınızda her gün % 1’lik
bir iyileşmeyi hedeflemek, sadece bir sebepten .türü yaşamınızı
radikal bir şekilde değiştirmekten daha etkilidir: birincisi, gerçekten
ulaşılabilir.
Mücadele ettiğiniz ile özdeşleşmemeye dikkat edin.
Hayatlarını kaygıyla boğuşarak geçiren birçok insan, onun kendi
kişiliklerinin bir parçası olduğunu varsaymaya başlar. “Ben kaygılı bir
insanım” veya benzer ifadeler, yaygın ama mutlaka doğru değildir.
Kendiniz hakkında kimliğinize dair bir fikir benimsemek, temel olarak
kim olduğunuza inandığınız anlamına gelir ve değişimin önemli .l.üde
zorlaşmasına sebep olur.
Korkuyu ortadan kaldırmaya çalışmayı bırakın.
Korkunç düşünceyi bekleyin, ancak her zaman gerçeği yansıtmadığını
da kabul edin.
“Tuhaf” ya da üzücü düşünceleri, gerçekler olarak değil semboller
olarak yorumlayın.
Kendi başınıza araba kullanmaktan, bir işi kaybetmekten veya bir tür
doğal felaket içinde kalmaktan korkuyorsanız, bunun hayatınızda neyi
temsil ediyor olabileceğini düşünün (belki de sevdiklerinizle
bağlantınız kesilmiş gibi veya bir şekilde “güvensiz” hissediyorsunuz).
Bunların çoğu sizi bir değişiklik yapmaya yönlendirmeye çalışıyor, o
yüzden bu duyguları onurlandırın.
Değişimi görmeye istekli olun.
İnsanlar uzun süreler boyunca bir şeyle mücadele ettikleri zaman,
sadece sürmekte olan zamanın uzunluğundan dolayı, herhangi bir
şeyin değiştiğini görmeye karşı bir direniş olabilir. Bir şeyi değiştirmeye
istekli olma aslında onu değiştirmeye başlar. Bir günde başka hiçbir
şey yapamazsanız, yüksek sesle söyleyin: Bu değişikliği görmeye
istekliyim.
Eğer korku olmasa, hayatınızla ne yapacağınızı hayal edin.
Bu şimdi yapmanız gerekendir. Onu “aşmak” için çabalamaya çok fazla
odaklanmak aslında onu pekiştirir. Bu bizi kırılma, parçalanma alanında
tutar. Odağımızı asıl önemli olana kaydırmayı öğrenmek aslında sorunu
aşmamızı sağlar.
Mevcut olun.
Hayatınızdaki her şeyi sabote eden şey, hazır bulunmaya isteksiz
olmanın ürünüdür. Sürekli şu andan uzaklaşmak üzere alışveriş
yapıyor, harcıyor, yiyor, içiyor, hayal ediyor ve plan yapıyoruz, bu da
taşıdığımız duygular ile asla yüzleşmediğimiz anlamına gelir.
Yaşadığımız anda mevcut olmak, zihinsel güç ve duygusal sağlığın
geliştirilmesi için gereklidir, .ünkü bu düşüncelerimize ve hislerimize
gerçek zamanlı olarak yanıt vermemize ve onu yok etmek için sağlıksız
başa çıkma mekanizmalarını benimsemeden önce sinirimizi bozan
şeyle yüzleşmemizi sağlar.
Bilinçaltı zihin, doğru olduğunu düşündüğü her şeye inanır. Bu
nedenle, kendimizi bilinçsizce yetersiz olduğumuz, tehlikede
olduğumuz ya da sevilmediğimize ikna etmek üzere programlamamız
kolaydır. Zihinsel bağışıklık, bu fikirleri bilincimizin ön saflarına
getirdiğimizde ve duygularımızı muhakeme ile birleştirerek onları
yıktığımızda olan şeydir.
Kendimize sürekli olarak, tüm duygu spekturumunun sağlıklı ve yararlı
olduğunu hatırlatmak ve bir şeyin üstesinden gelmenin, ona rağmen
hareket etmeyi öğrenmekten ziyade, onu ortadan kaldırmak olduğu
düşüncesini bırakmak, kendi aklımızın kurbanı olmak yerine arzu
ettiğimiz hayatlara doğru ilerlememize yardım edecektir.